Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

3 Şubat 2010

Tam ortasındayım karın, soğuğun, hayatın

Bu sabah Yeniköy'den Balmumcu'ya, hayatımın en keyifli yolculuklarından birini yaptım. Mazhar Alanson’un yeni yayımlanan “Mazhar Olmak” kitabının arkasına iliştirilmiş mucizevi cd eşliğinde, sahil yolu boyunca cep telefonumun kamerasından kar manzaraları çekerek… Öyle keyifliydi ki; ayaklarım hala yere basmıyor.



Enteresan bir şey var... Eskiden yağmurdan hiç hoşlanmazdım; 30'lu yaşlarıma yaklaşırken yağmura aşık oldum. Çocukken kar en sevdiğim şeydi, sonra aradaki yıllarda karlı havalar ödümü patlatır oldu; bu yıl ise yeniden keşfediyorum beyazın büyüsünü. Unuttuğun bir şeyi yeniden hissetmeye başlamak inanılmaz heyecan veriyor; yaşam umudunu artırıyor insanın. Belki 10 yıl sonra da, bugün hiç farkına varamadığın bir şeyi bu kez aşkla keşfedecek ve yeniden, yeni bir tutkuyla hayata bağlanacaksın. Bu böyle sürüp gidecek…



İşte bu sabahki yolculuğumda benzer bir şey yaşadım; Mazhar’ın sesi ve gitarıyla... Tabii ki önceleri uzak durup da sonradan sevmiş olduklarımdan değil o. MFÖ bizim için hep vardı, hep eşsizdi, hep bir taneydi… Ama yine de, bir süre ara verdikten sonra ve bu süreçte yaşadığınız, hissettiğiniz, demlendirdiğiniz türlü çeşitli yeni hal ve duygunun üzerine, bugünkü halinizle Mazhar’ı yeniden dinlemek, sıfır kilometre bir deneyim yaşatıyor insana. Bu sadece ortalama tansiyon seyrinde, salt yeni bir bilgiyi algılamak şeklinde meydana gelmiyor tabii… Derinden sarsılıyorsunuz.

Sarsılma şöyle cereyan ediyor… Hem bazı satır aralarına yeniden uyanıyorsunuz, hem de Mazhar bu seferki üslubuyla sizi sudan çıkmış balığa çeviriyor. Bir stüdyo prodüksiyonu değil bu. İçinden gelmiş, kendi evinde almış gitarı eline, bir seferde kaydedip çıkmış. Siz düşünün artık, tamamen yalnız kalmış ve kendini boşluğa bırakmış söyleyen bir Mazhar’ın halini. Sizin odanıza konuk olmuş, karşınızda çalıyor, söylüyor. Söylemeyi bırakın; ruhu ağzından dışarı çıkıyor sanki.



Yeniköy’den İstinye’ye kıvrılıyorum… “Yandım yandım, yandım yandım aaaah ki ne yandım”. Emirgan’a doğru devam ediyor yolculuğum… “Benim hala umudum var, isyan etsem de istediğim kadar”. Bebek’e yaklaşıyorum… “Tam ortasındayım yağmurun, karın, soğuğun”. Arnavutköy’ü ardımda bırakıyorum… “Sensizliği bitmedi gecelerimizin”. Ve varış noktasına yaklaşıyorum… “Dayanamadım gayrı döndüm canım, diyerek diyerek gel bana gel”.



Yeni yıldaki gelişiyle, 34 yaşımda yeniden kalbimi çalan kar beyazına ek olarak bu sabah Mazhar’ı ve kendimle ilgili bir şeyi daha keşfediyorum. Uzman değilim, eleştirmen değilim, neden yazıyorum? Sadece sanatı iyi takip eden biriyim. Nota bilmem, müzik anlatmaya çalışıyorum; sinema okumadım, film yazıyorum. Neden mi? Ah bu heyecan yok mu… Hayata heyecanla yeniden ve yeniden bağlanmak, bu heyecanı çığlık çığlığa bağırabilmek için karşı konulamaz bir arzu duyarak yazmak. Tam ortasındayım karın, soğuğun, heyecanın ve hayatın. Yazmasan olmaz ki…