Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

2 Mart 2010

Düş kentinin kırmızı kadını...

Kadın kısa süre önce tanıştığı biriyle, ikinci randevusuna hazırlanmaktadır. Temmuzda, İstanbul’un en sıcak akşamlarından birinde… “Evet hoş biriydi” diye geçirir aklından gardırobun açık kapıları karşısında ne giyeceğine karar vermeye çalışırken, “akıllı, sohbeti keyifli, kibar, üstelik doktor, hem de psikiyatr”. Geçen hafta birlikte güzel bir yemek yenmiş, gece boyunca müzikten, sanattan, edebiyattan konuşulmuştur.

Sonunda kırmızı elbisesini giyer, siyah saçlarına hafif dalgalı bir biçim verir. Toplasam mı, açık mı bıraksam diye düşünür bir an, ama saçlarının omuzlarına dökülen hali aynada gözüne daha hoş, daha kadınsı görünür. Sıra ayakkabılardadır, rahat mı yoksa daha yüksek bir şeyler mi… Ama yine hafiften yorulmayı, Cihangir’in Arnavut kaldırımlı sokaklarında zahmetle yürümeyi göze alıp topuklu kırmızı ruganlarda karar kılar. İki taraf da yakın arkadaşlarıyla buluşmaya gelecek ve gece küçük bir grup olarak geçirilecektir.

Kadın, çalıştığı şirketten samimi arkadaşıyla Beyoğlu’nda bir restoranda buluşur, ne de olsa diğer taraf gelmeden önce konuşulacak, anlatılacak tonla şey vardır… Tabii ki öncelik, geçen haftanın özetindedir. Aynı şeyleri tekrarlar dili, “Hoş biri, kibar, entelektüel”. Bir yandan da çantasından çıkardığı küçük el aynasına bakarak saçlarını düzeltir, hafifçe uçmuş olduğunu fark ettiği kırmızı rujunu tazeler ve şişeyi çıkarmadan, ellerini çantanın içine doğru tutarak bileklerine azıcık daha parfüm sürer. Çok geçmeden küçük restoranın kapısı açılır ve beklenen kişi arkadaşıyla, hemen ardındaki diğer Adamla içeri girer.

Hayatın tüm akışının tek sözle değişeceğine, tüm belleklerin silinip dünyaya yepyeni öykülerin düşeceğine dair bir hissiyattır böyle bir anda yaşama sevinci. Ucuna çeşit çeşit düşlerin tutturulduğu kocaman kırmızı balonlar uçuşuverir etrafta. Gökkuşağının yedi rengi kavuşur beyaz olur… Sadece kendi soluğunun duymaktadır Kadın. Adam, beyaz bir gömlek giymiştir. Uzun boyludur, güneşten koyulaşmış teni yeşil gözlerini iyice belirginleştirmiştir. Dalgalı saçları kısa kesilmiş, arkaya doğru taranmıştır. Ve boynunda deriden ipe bağlanmış bir kolye vardır. Beyaz gömleğinin üstten açık bırakılmış birkaç düğmesine rağmen Kadın seçemez Adamın kolyesinin ucundaki figürü, ama gözü hep oraya takılı kalır. Belki de Adamın yüzüne, gözlerine, ellerine bakmamak için bir kaçış fırsatıdır kolyenin gizemi.
Elleri çok güzeldir Adamın.

Otururlar. Artık başka kimseler yoktur masada. Sözde ve evrende, Kadın ile Adam ilk kez yan yanadırlar. Hala bakışlarını kaçırmaktadır Kadın, ne yapacağını bilmeme anlarının telaşını geçiştirebilmek umuduyla çantasından çıkardığı sigarayı dudaklarına götürür. Adam, anın fiziğine aykırı bir hızla çakmağını çıkararak Kadının sigarasını yakar. Gerçeklikte ayrı koşan iki ritmin zaman yolculuğundaki buluşması, rastlantının kudretinden öte neyle açıklanabilir ki…

İlk ateş düşmüş, öyküler dökülmeye başlamıştır artık masaya. “Lady in Red” çalar, Adam hafifçe gülümser. Kadın ilk kez görüyordur Adamın gülümseyişini. Ortak bir düşleri vardır; sinema. Godard’ın “Serseri Aşıklar”ından konuşurlar, Linklater’ın “Before Sunrise”ından… Kısacık vakitlere sığdırılmış, belki tek günlük aşkları anlatan unutulmaz filmlerden. Bazen zamanı unutur ve bir filmi yeniden yaşarlar, bazen kahkahalarla gülerler, Kadın arada hafifçe saçlarını düzeltir eliyle, Adam yeni bir söze başlarken ara ara hafifçe eline dokunur Kadının.

İkisinin de düşleri ve ardında uzanan büyük planları, uzun yolculukları vardır. Adam gidecektir, onun büyük düşü Paris’tir çünkü. Paris’te bir yaşam ve Paris sokaklarında çekilecek filmler… Kadın bir İstanbul aşığıdır, doğduğu, büyüdüğü kentte sürecektir hayallerinin izini. Konuşurlar, konuşurlar, konuşurlar. Işıklar söner, içkiler biter ve konuşurlar… Ta ki gün doğana ve Adamı Paris yolculuğuna götürecek sabahı karşılayana kadar.

Adam gider. Kadın anlar, ama bir yandan da anlayamaz. Sadece o filmlerden bir cümle takılı kalır aklına: “Eğer geçmişle mücadele etmek zorunda değilsen, hatıralar harika şeylerdir”.
Hayat daha pek çok öykü anlatacak, pek çok film olacak, pek çok filme dönüşecektir.

Aradan on’lu yıllar geçer. Hakikaten de tüm marifetlerini sergilemiştir hayat, iyisiyle kötüsüyle… Kadın, çalışmakta olduğu firmanın Paris ofisinde bir göreve atanmıştır. Bir ilkbahar akşamüzeri, eve dönmeden önce son durağı olan küçük kafeye uğrar ve kapının önündeki tahta masalardan birinde yerini alır yine. Ama bugün, orada daha önce hiç görmediği biri oturmaktadır iki masa ötesinde. Orada hiç görmediği ve fakat daha önce mutlaka gördüğü biri… Beyaz bir gömlek giymiştir Adam.

Kadın kahvesini yudumlar ve bekler. Adamın yeni bir kahve için garsona seslenmek üzere okuduğu kitaptan başını kaldırmasını bekler… Ama Adam, kahvesi bitmeden ve kimseye seslenmesi gerekmeden çevirir başını Kadının olduğu masaya doğru. Kadın çantasından çıkardığı sigarasını dudaklarına doğru götürür. Adam, Kadının sigarasını yakar.

- “Sonunda düşlerin gerçek olmuş” der Kadın, “senin adına sevindim”.
- “Hayır, Paris uzun sürmedi, Londra’da yaşıyorum”.
- “Ben Paris’e yerleştim”.

Gülümserler…

- “Neden ansızın çekip gittin?” der Kadın.
- “Bilmiyorum”.

Bir süre susarlar. Adam sessizliği bozar:

- "Özür dilerim".

Kadın gülümser… Kahvesini içerken dudağını sildiği ve köşesinde kırmızı rujunun izi kalan peçeteye uzanır, çantasından kalemini çıkarır ve birşeyler karalar. Hafifçe eğilerek peçeteyi, Adamın masanın üstündeki kahve fincanını kavramak üzere olan eline tutuşturur, O’nu dudaklarından öper ve masadan kalkarak devasa caddede kalabalığın arasına karışıp gözden kaybolur. Adam, Kadının peçeteyi tutuşturduğu avucunu bir yumruk gibi sıkarken diğer eliyle kahvesine uzanır ve notu okumak için birkaç dakika bekler. Bir sigara daha yakarak hazırlanır ve sonunda avucunun içinde iyice buruşmuş olan peçeteyi yavaşça açmaya başlar: “Bir kez daha gidişini izlememek için…”

Kadın yoluna devam eder… Adamın düşlerinin içindeki şehirde yaşamaya…