Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

7 Haziran 2010

Gavras'a saygılarımız, Scamarcio'ya alkışlarımızla

Eden a l’Ouest/ Eden is West/ Cennet Batıda



Yön: Costa Gavras
Sen: Costa Gavras, Jean-Claude Grumberg
Oyn: Riccardo Scamarcio, Odysseas Papaspiliopoulos, Léa Wiazemsky, Tess Spentzos
Yapım: 2009, Fransa – Yunanistan - İtalya, 110 dk.

Çocukluğumun geçtiği Kızıltoprak’ta efsane bir Kent Sineması vardı zamanında… İlk başlarda burada Pazar sabahları gösterilen animasyonlara götürürdü annem beni. Sonra ilkokulla birlikte yavaş yavaş ciddi filmler de girdi hayatıma. Ve işte o dönemde izlediğim filmler sayesinde başladı hem Kent Sineması’na, hem de sinema salonlarının tuhaf kokusuna ve sessizliğine duyduğum aşk. Bu filmlerden biri de, 7 yaşındayken izlediğim, bana önce çok karanlık ve ağır gelen, ancak sinemadan çıktığımda ortada mühim bir şeylerin döndüğüne kanaat getirmemi sağlayan, Jack Lemmon’ın oynadığı Kayıp idi. Hep komik halleriyle görmeye alıştığım tatlı adam, bu kez kaybolan oğlunun peşine düşmüş acılı bir babayı canlandırıyordu. Sonraki yıllarda öğrendim ki filmin orijinal adı Missing, yönetmeni de Costa Gavras’mış. Tamam dedim, önce insan sonra sinemacı kontenjanından kayda alınması gereken önemli bir adam, kendisini izlemeye devam edelim.



Saygınlığı ve üretkenliğinden hiçbir şey kaybetmeden yıllara meydan okuyan, 80’lerine yaklaşmasına rağmen hala iddialı işler yapan değerli Costa Gavras son filmi Eden a l’Ouest/ Eden is West/ Cennet Batıda ile yeniden bizlerle… Siyasal sinemanın yaşayan usta yönetmenlerinden Gavras’ın sinemasında neler yok ki…: Yunanistan adı verilmeden faşist çetelerle devlet arasındaki gizli ilişkileri gözler önüne seren Yves Montand’lı ve En İyi Yabancı Film dalında Oscar ödüllü Z/ ÖlümsüZ (1969), askeri dikta altındaki bir Güney Amerika ülkesini anlatan ve başrole yine Yves Montand’ı koyan L’Aveu/ Kuşatma (1970), Pinochet yönetimindeki Şili’de gözaltında kaybolan bir gazetecinin öyküsünü anlatan Missing/ Kayıp (1982), geçmişte Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanan bir babanın yaşadıklarını konu alan Music Box/ Müzik Kutusu (1989), Katolik kilisesinin Nazi kıyımı karşısındaki pasif tutumunu eleştiren ve benim de en sevdiğim Gavras filmlerinden olan, özellikle Matthew Kassovitz’in oyunculuğuyla hatıralarımızda son derece naif kareler bırakan Amen (2002), Fransa'da yaşanan işsizlik sorununa değinen Le Couperet/ The Ax/ Ölümcül Çözüm (2005) gibi…



Gavras yeni filminde de, ismi açıklanmayan bir ülkeden kaçarak mutluluk ve refah dolu yeni bir hayat kurmak hayaliyle Avrupa’ya doğru yol alan yasadışı bir göçmenin öyküsünü anlatıyor. Polis kontrolünden kurtulmak için gemiden atlayan göçmen Elias (Riccardo Scamarcio), kendini Fransa sahillerindeki Cennet adlı tatil köyünde buluyor. Gözümüzle görmesek de Elias’ın ardında bıraktığını tahmin ettiğimiz yokluk ve sefaletin antitezi olarak planlanmış Cennet’te başlayan yolculuk, nihai hedef olan büyük kent Paris’e kadar sürüyor. Çevresindekilerle iletişim kurabileceği hiçbir dil konuşamayan Elias, yolculuğu boyunca çeşit çeşit insanla ve Avrupa’nın farklı yüzleri/ gerçekleriyle tanışıyor. Başka bir gezegenden dünyaya düşmüş kadar şaşkın ve saf Elias karakterinin beyazperdede vücuda gelen doğallığı, izleyiciye bu yolculuğu birinci elden yaşatıyor adeta; tüm heyecanları, tehlikeleri, korkuları ve umutlarıyla… Ve film, göçmen sorununu sadece nedenleri ya da vatan topraklarından kopma/ yurtsuzlaşma boyutuyla değil, madalyonun diğer yüzünü çevirerek bu çaresiz insanların yeni yaşamlarında maruz kaldıkları modern kast ve kölelik sistemine getirdiği eleştiriyle de masaya yatırıyor.



Bence müthiş bir film… Ustanın, konuyu işlemek üzere seçtiği yolda ve kurduğu öyküdeki yaratıcılığı tartışılmaz. Filmin en başarılı noktalarından biri de mizah – dram dengesi ve geçişleri. Dolayısıyla izleyici üzerinde hedeflenen duygu ve düşünce hareketliliği en doğru kanaldan ve ölçüsünde gerçekleşiyor. Cennet Batıda’nın bana İtalyan Yeni Gerçekçi sinemasının tadını yaşattığını söyleyebilirim. Oyuncu olarak Riccardo Scamarcio’yu tanımayan birini, Elias’ın halktan bir adam olduğuna rahatlıkla ikna edebilirsiniz. Kısa bir süre önce Ferzan Özpetek’in Mine Vaganti/ Serseri Mayınlar’ında izlediğim ve her performansında biraz daha hayran olduğum Scamarcio bazı yabancı eleştirmenler tarafından yeni Al Pacino olarak nitelendirilmiş.

Özetle… Elias’ın büyük umutlarla çıktığı Avrupa yolculuğu büyük bir hayal kırıklığıyla son bulurken, Avrupa rüyası da tamamen karanlığa gömülüyor… Ve bize de, Gavras’ın olayı irdelemek için seçtiği konu/ yöntemdeki yaratıcılığına ve ironik anlatımına alkış tutmak düşüyor. Çok yaşa ihtiyar delikanlı! (www.tersninja.com'da yayınlanmıştır)