Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

31 Ocak 2010

İki film, hükümet gibi BİR KADIN!

Haftasonu yine bir sürü film izledim; kar kış soğuk derken rekora koşuyorum! Geçen haftanın bilançosu Cumartesi – Pazar 7 film olmuştu. Ama yazılmayınca yazılmıyor işte... Bazen çok daha iyilerini izliyorsunuz; “başyapıt” diyorsunuz, “anlatım diliyle bir devrim/ sinema estetiğinde çığır açar” vs… Ama bunların hiçbiri tek başına yeterli olmuyor, oturup birileriyle paylaşma isteği duymaya.

Sherlock Holmes en yakın örnek benim için. Çok şık bir yapımdı, hele de dönem filmlerini seviyorsanız. Belki de işin sırrı bu nüansta gizli; bir şaşalı yapımlar var artık, bir de sıcak minik filmler bu hayatta. Sinemadan çıktık ve dedektifle orada vedalaştık. Ama sonra eve gelip bir de Meryl Streep filmi izledik ki, “Julie & Julia” diye, işte o kadın bir haftadır hala benimle dolaşıyor, oturuyor, kalkıyor, bana “yemek yap!” deyip duruyor… Film, zamanında Fransız mutfağını Amerika’ya tanıtan meşhur aşçı Julia Child ve bugüne geldiğimizde onun izinden giden genç aşçı adayı Julie Powell’ın paralel öyküleri üzerine kurulu. Yönetmenimiz bir kadın, Nora Ephron… Başrollerimiz, ilk dersimiz, ana fikrimiz kadın kadın kadın. Eğer şu an beni okumakta olan sen, bir kadınsan, bu filmi mutlaka izle! Eğer erkeksen, iki kere izle!

Hayatta bir şeyler üretme, başarma, kocasının karısı olmaktan daha fazlası olma, önemsenme ihtiyacı duyup, muhtaç olduğu kudreti yine kendi içinde bulan, heykeli dikilecek kadınlar bunlar… Ve evet, yemek yapmak çok önemli bir iş sevgili dostlar, sakın yabana atmayın! Sonuçta, tuhaf bedenli tuhaf sesli ve fakat kocasının taparcasına sevdiği bu meşhur aşçı benim peşimi bırakmıyor!!

Evet evet, öyle bir takılmış ki peşime, “Hadi otur, şu Meryl’in vizyondaki filmini de izle!” diye tutturuyor. Seni kırabilir miyim Julie? Bu soğuk Pazar günü için daha sıcak bir teklif düşünemiyorum zaten. Evet filmimiz “It’s Complicated/ İlişki Durumu: Karmaşık”; yönetmen yine bir kadın, Nancy Meyers. Bildiğim kadarıyla eleştirmenlerimiz bu filmi pek beğenmediler; yapabileceğim bir şey yok, ben beğeniyorum, seviyorum, eğleniyorum ve hayata dair çok tatlı ayrıntılar buluyorum bu küçük öyküde.

Adam (Alec Baldwin) 19 yıllık evliliğin ardından karısını (Meryl Streep) genç bir kadın için terk etmiş. Ve gelin görün ki, 10 yıl sonra eski karısına yeniden aşık oluyor ve geri dönmek istiyor. Size filmden küçük bir alıntı… Artık 50’lerini sürmekte olan adamcağız, ısrarla ikinci çocuğu isteyen genç eşinden söz ediyor: “Beni ayda bir kez hastaneye götürüp hormon verdiriyor, çıldırmış gibi! Biraz daha sakinleşmeze şeytan çıkaran birini bulmam gerekecek”. Yanlış anlaşılmasın, çocuk istemek herkesin hakkı, ama filmdeki espri farklı…

Meryl Streep kendini yıllarca aşka ve erkeklere kapadıktan sonra, artık göz kapaklarının sarkmaya başladığı bir dönemde yeniden keşfedilen ve sevildikçe tazelenen fıkır fıkır kadın olarak bizim de kanımızı kaynatıyor. Şimdi, daha 5 yaşındayken izlediğim “Kramer Kramer’e Karşı”yı hatırlıyorum da, inanın bana, bu kadının her yaşı ayrı bir mucize!

Yaşam, insan, kadın, aşk, ayrılık, pişmanlık, hüzün… Bu zamanda bir filmin içine insan sıcaklığı ve hakiki bir dokunuş katmaktan öteye diyar yok diyorum artık sevgili dostlarım. Buna eminim… İzledikçe; izleyip o yaşamların, insanların, duyguların içine girip çıktıkça her defasında bir kez daha emin oluyorum. Bir yanda şapka çıkardığımız, önünde saygıyla eğildiğimiz başyapıtların ve 7. sanatın değerini teslim ederken, diğer yanda da bu küçük öykülere kayıtsız kalmayalım lütfen. Çünkü hayatın kendisi, özel efektlerden çok daha güzel aslında!