Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

28 Şubat 2010

Baharda Kiva Han'da bir masalı yaşamak

Sevgili mucizeciler sonunda bahar geldi çattı! Belki hala soğuk, belki hala sabah evden çıkarken içimiz ürperiyor, akşamları gün erken batıyor ama ne olura olsun çok iyi biliyoruz ki bahar ayları resmen başlıyor. Ve biz de biçare ölümlüler olarak yine tüm heyecanını duyuyor, tüm beklentilerini taşıyor ve tüm umutlarını hissediyoruz ilkbaharın. Hal böyle olunca da kıpırdanmaya, yerimizde duramamaya başlıyor ve güzel/ uzun/ aydınlık günlerin izini sürmeye koyuluyoruz.

Evet, kim bilir bu kaçıncı bahar, ama yine de karar verdim, ben sizinle küçük tavsiyeler paylaşmaya çalışacağım güzel günlerimizi ve anlarımızı çoğaltmaya dair. Bunlardan ilki, geçen hafta keşfettiğim – gecikmiş bir keşif olduğunu itiraf ediyorum – Galata Kiva Han. “Anadolu’nun sır lezzetleri”ni barındıran bir özel mekan.

Baharda Beyoğlu günlerinden, kalabalık da olsa İstiklal’de şöyle bir salınarak dolaşmaktan ve sonunda Galata’ya doğru süzülmekten kendinizi alamazsınız değil mi? İşte orada, tam da Kule’nin dibinde sizi bekliyor Kiva Han. Envai çeşit lezzeti, masalsı atmosferi ve güleryüzlü evsahipleriyle…

Kiva, Özbekistan’da bulunan 2500 yıllık bir Türk kenti. Mekanın adı ise bire bir, İstanbul Tahtakale’de açılan dünyanın ilk kahvehanesi Kiva Han’dan geliyor. Misyonu, binlerce yıllık mutfağımızı yaşatmak. Kendi deyişleriyle, “özümüzü bulmak, değerlerimizin farkına varmak ve onlara sahip çıkmak”. Farklı yörelerden az bilinen, unutulmuş tatlarla tanışmak mümkün burada. Saymaya kalksam sayfalar yetmez, zaten siz de okumayı yarıda bırakır doğruca Kiva Han’ın yolunu tutarsınız… Ama fikir vermesi açısından birkaçını sıralayabilirim: Gaziantep’in maş çorbası, Tokat’tan yarma toygası ve pehli, Harput köftesi, galye, keledoş, pimpirim aşı, tıkliye, sıhıl mahşi, beli kırık, dizmeç, demir hindi şerbeti, turunç ve patlıcan tatlıları, elmalı baklava, lor kurabiyesi, kakuleli kahve…

Mekan, mimar heykeltıraş Hüşber Akyürek tarafından, geleneksel ve çağdaş mimari motifler kombine edilerek tasarlanmış. Mekanda Osmanlı Türk mimarisinin kemer sistemi, üstünde Selçuklu desenleri taşıyan çelik levhalar ile yorumlanmış. Konya’daki Selçuklu Sarayı Kubad Abad’ın duvarını süsleyen bir dizi yıldız çini iç mekan tasarımı için seçilmiş ve çeşitli sanatçılar tarafından büyük boy camlar üzerine bire bir yansıtılmış. Masa ve sandalyeler ahşap. Aydınlatmada ise cami kandilleri modernize edilerek uygulanmış. Kiva Han’ın sembolü, elinde kutsal narı tutan meşhur figür.

Bu büyülü atmosfer ve lezzetli mutfağı yaşatan Kiva Han’ın en keyifli yanlarından biri de, içeri girdiğinizde tüm yemekleri boylu boyunca önünüzde görmek. Ardında elinde kepçeyle bekleyen aşçısı ve mermer zeminden vuran tabak çatal tınılarıyla… Eski bir filmde miyiz, masalda mı, yoksa alabildiğine sahici hoş bir bahar anında mı?

Evet sevgili mucizeciler, “neden bir bahar tavsiyesi olarak Kiva Han?” derseniz, kendi deneyimimi sizlerle kısaca paylaşayım… Günün tatlı gri bir renge büründüğü hafifçe serin, keyifli bir öğle sonrası Galata Kiva Han’ın önüne atılmış tahta masalarda oturuyorum. Etraftaki küçük dükkanların sesleri, insan koşuşturmaları, komşu sohbetler ve hemen karşımdaki taş duvarın gölgesinde, sanki bu zamanın dışında ve kent karmaşasının uzağında bir Anadolu kasabasındayım… Yediğim nefis, görkemli enginar dolması ve erikli, baklalı sarmaların, fellah köftelerinin üzerine yeşil şifa şerbetimi yudumluyorum. Bu bahar geri gelir mi? Gelmez… O halde lütfen siz Kiva Han’a bir gelin!