Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

25 Şubat 2010

İNANCIN TUTKUYA MAĞLUBİYETİ...

Son dönem Güney Kore sinemasının yükselişinde pay sahibi yönetmenlerden Park Chan-wook’un geçen yıl Cannes Jüri Özel Ödülüne değer bulunan filmi “Bakjwi/ Thirst/ Kan Arzusu” vizyonda! Meşhur Vengeance Trilogy/ İntikam Üçlemesi (Sympathy for Mr. Vengeance/ Haklı İntikam, Oldboy/ İhtiyar Delikanlı, Lady Vengeance/ İntikam Meleği) ile 21. yüzyılın auteur sinemacıları arasında gösterilen Park, İhtiyar Delikanlı filminin ardından takip ettiğimiz yönetmenler arasına girmiş ve bizi yeni işlerinin merakıyla baş başa bırakmıştı.

Bekleyişimiz Kan Arzusu ile sona erdi. Yunan tragedyalarından ve klasiklerden beslendiğini her zaman dile getiren Park, Emile Zola’nın Therese Raquin romanından yaptığı bu serbest uyarlamada sinemasının ana eksenini oluşturan aşk, şehvet, intikam gibi evrensel konuları irdelemeyi sürdürüyor ve bunu yaparken de şiddet ve cinsellik öğelerini yine özgün biçimde kullanmayı başarıyor.

Orijinal öykü, hasta kuzeniyle zorla yaptığı evlilik sonucu hayatı kabusa dönmüş kadının bir başka adamla savrulduğu tutkulu aşkı ve bu aşkın iki insanı büyük bir suça sürükleyişini anlatıyor. Bu öykü perdesinin ardında neleri kurcaladığını ise Zola vakti zamanında şöyle ifade etmiş: “Tutkuların gizli işleyişini, içgüdünün itişlerini, bir sinir krizi sonunda meydana çıkan zihin bozukluklarını adım adım kovalamaya çalıştım. Ayrı mizaçtaki iki insan arasında olabilecek garip birleşmeyi anlatmaya çabaladım. Roman dikkatle okununca görülecektir ki, her bölüm, meraklı bir fizyoloji olayının incelenişidir”.

Filmin konusuna kısaca değinirsek, cinsel arzularını bastırabilmek için büyük mücadele veren ve “Bedenimi al ki, onunla günah işlemeyeyim” deyip kendini ölümcül bir hastalığın tedavisine bağışlayan Rahip, laboratuar deneyleri son bulduğunda hayatta kalan tek kişi olarak çevresinde bir azize dönüşüyor. Ne var ki Rahibi hayatta tutan asıl gücün, içinde yeni oluşmaya başlayan kan arzusu olduğu anlaşılıyor. Ve çok geçmeden bu arzuya, bir kadına duyulan aşk/ tutku da ekleniyor.

Kan Arzusu’nu romana paralel olarak okuduğumuzda yönetmenin haritası netleşiyor: Orijinalinde kadına odaklanan öykünün filmde erkeğe kaydığını ve yönetmenin erkeği bu kez bir Katolik rahip olarak yorumladığını görüyoruz. Üstelik, dünya üzerinde akla gelebilecek en irrasyonel ve dayanılmaz arzuyu da kullanarak, vampirliği zerk ediyor Rahibin içine. Böylelikle, insanın tutkuya karşı verdiği mücadeleyi, tüm cinsel dürtülerini bastırıp Tanrıya adanmış bir beden üzerinden giderek maksimize ediyor. Ve insan ile vampir arasında yarattığı aşkla da, Zola’nın bahsettiği “çiftlerin mizaç farklılıkları” konusunu en uç boyuta taşıyarak vurguluyor.

Sevgili okurlar, bu ne bir korku filmi ve ne de bir vampir öyküsü. Yönetmen, vampirlik temasını burada sadece bir insanın inancını zorlayacak en büyük ızdırap, pişmanlık ve içsel karmaşayı yaratmak adına bir araç/ metafor olarak kullanıyor. Kan Arzusu yer yer gerçeküstü bir düş dünyasından izler taşıyan, içinde rahatsız edici şiddet öğeleri ve cüretkar bir cinsellik barındıran, kara mizahla süslü bir dram. Rahibin bir noktada “Azıcık emip cesedi atmak hayatı hafife almak olmaz mı?” derken hem güldürüp hem düşündürdüğü gibi…

Yönetmenin, Zola’nın irdelediği konuları, sinemanın edebiyat karşısında ulaşabileceği en yetkin ölçüleri tutturarak başarıyla ve kelimenin anlamını dolduran “özgün” bir yorumla beyazperdeye aktardığını söyleyebiliriz. Sivri dişler, korkunç gözler, haç ve sarımsak gibi ritüelleri dikkate almayan Park, güncel hayatın içinde var olan bir vampir nasıl görünür ve nasıl davranırdı sorularına yanıt arıyor. Şiir tadındaki görselliği ve buna eşlik eden Bach kantatları da filmin duygusunu iyice güçlendiriyor. Özetle, izlenmesi gereken, sıra dışı bir sinema deneyimi yaşatıyor bize Kan Arzusu. Tek hayal kırıklığı ise, İhtiyar Delikanlı sonrasında yönetmene endekslediğimiz “ters köşe/ vurucu final” beklentimizin bu kez gerçekleşmemesi. Hissiyatım odur ki, kazanılan başarılarla gelen ustalık refleksi, yönetmenimizi biraz daha temkinli ve kontrollü davranmaya zorluyor artık.
(Bu yazı www.tersninja.com'da yayınlanmıştır)