Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

9 Şubat 2010

İtalyan gözyaşlarına Amerikan mendili

İçinde Robert De Niro’nun olduğu filmler, fragmanları sinema perdesinde dönmeye başladığı andan itibaren beni heyecanlandırır. Çünkü de Niro’nun her performansı yeni bir karakterden çok yeni bir aktörü izlemek gibidir; her defasında bu olağanüstü yüzün başka bir anını, başka bir bakışını yakalarsınız… Fakat bu kez “Everybody’s Fine/ Herkesin Keyfi Yerinde”yi izlemek üzere sinemanın yolunu tutarken, heyecanıma bir de küçük tedirginlik eşlik ediyordu. Filmin, Giuseppe Tornatore imzalı ilk versiyonunda (Stanno Tutti Bene/ Herkesin Keyfi Yerinde - 1990) büyük Marcello Mastroianni’nin oynadığı şişe dibi gözlüklü, fötr şapkalı, koyu renk pardösülü tonton ihtiyarı bu kez De Niro yorumuyla izleyecek olmanın merakı ve tedirginliği…

İlk versiyonu izlediğimde henüz ortaokuldaydım ve tüm detayları layıkıyla anımsadığımı söyleyemem. Buna rağmen filmin dokusundaki hüzün ve Mastroianni’nin canlandırdığı karakterden bana geçen duygu hala içimdeki tazeliğini koruyordu. Tahmin edeceğiniz gibi, Kirk Jones’un yönettiği Everybody’s Fine’da aynı derinliği bulamadım. Bu farklılığın analizini yaparkenki ölçütlerimizin iyi yönetmenlik veya kötü yönetmenlik ya da oyuncu performansları olduğunu düşünmüyorum. İki film arasındaki duygu farklılığının en mantıklı açıklaması, öykü anlatımının ardındaki ruh halinde yatıyor bence.

Yıllar önce usta bir İtalyan yönetmenin bizlere aktardığı çok dokunaklı öyküyü, bu kez Amerikan mizahıyla yumuşatılmış olarak izliyoruz. 90’larda bizi gözyaşlarına boğan bu dram, 2010’a geldiğimizde, hayatın hüzünlü yanlarını da gülümseyerek karşılama formülü sunuyor bize. Film, özelikle karısının ölümünden sonra çocuklarından ve çocuklarının ilgisinden uzak kalmış yalnız bir babanın, onlarla yeniden iletişim kurabilmek ve aile sıcaklığını yeniden yakalayabilmek için her birinin evine doğru çıktığı yolculuklar zincirini anlatıyor. Baba De Niro’nun çocuklarını ise Drew Barrymore, Kate Beckinsale ve Sam Rockwell canlandırıyorlar.

İlk versiyonu kadar sarsıcı ve sahici olmasa da, öykü ve De Niro’nun performansı yine de filmi izlenmeye değer kılıyor. Her ebeveynin ve her çocuğun, dolayısıyla herkesin; içinde kendi yaşantısından anlar yakalayabileceği ve kendi aile fotoğrafının gerçekliğiyle yüzleşebileceği bir film Everybody’s Fine. Özetle; anne, baba veya çocuk olarak, aslında çok iyi bildiğimiz fakat türlü çeşitli öfkelerimiz, korkularımız ya da egolarımız yüzünden görmezden geldiğimiz yaralarımızın farkına varmak için iyi bir fırsat.

En yalın haliyle, filmin verdiği ipucunu sizlerle paylaşmaya çalışayım: Onları büyütebilmek için en büyük fedakarlıkları yapmış olsa da, bir babanın çocukları için arzusu, kendisini gururlandıracak işler başarmaları değil öncelikle mutlu bir yaşam sürmeleri olmalıdır. Bir çocuğa “gerçekten mutlu musun?” sorusunu sorabilmek ve bu sorunun yanıtını DİNLEMEK. Aile olmak ciddi ve güzel bir iştir… Birbirimizi duymak, tanımak ve kabullenmekte geç kalmazsak…