Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

22 Şubat 2010

“Kendime ait” turuncu bir fondü seti…

Dostlar, sevgiyle yapılan işler ve keyifli şeylerle geçen bir haftasonuydu… Cuma akşamı Tuğba’nın doğumgününü kutladık. Sonra Cumartesi annemle nostaljik bir Beyoğlu – Galata günü geçirdik. Akşamüzeri, If Bağımsız Filmler Festivali’nde “White Lightning/ Beyaz Şimşek” adında çok tatlı bir film izledim ve ardından bu kez de sevgili dostum Zeyno’mla Arnavutköy’de balık yedik, rakı içtik, dertleştik…

Zeyno’nun bana sözü vardı… Geçen hafta Basel’den getirdiği tuhaf bir aletle, bana İsviçre peynirlerinden bir ziyafet çekecekti Pazar sabahı. Yemeğe ve yeni lezzetler denemeye özellikle meraklı biri olarak heyecanla bekliyordum ben de bu sürpriz kahvaltıyı. Ve o an geldi çattı. Uyandığımda masanın üstünde ızgara gibi görünen, ama altında küçük küçük, tavamsı hazneleri olan bir makinecikle karşılaştım. Sürprizin adı konmuştu artık: Raklet.

Raklet, İsvire mutfak geleneğinde önemli bir peynir; fondü gibi öğle ve akşam yemeklerinde de sofraya gelebiliyor. Evet, biz de hevesle makinemizin başına geçtik ve bahsettiğim minik tavalara peynirlerimizi yerleştirip erimeye bıraktık. Fondüden bir farkla, tamamen sıvılaşmadan ateşten alıp, ekmeklerimizin üzerine akıtarak afiyetle yedik rakletlerimizi. Az sonra “Bir de espresso makinesi aldım dedi” Zeyno, “Bak ev ne güzel kahve kokuyor artık”. O an fark ettim, uzun zamandır tiyatro atölyesi, tango kursu, iş güç, sinemalar vs derken evimi, kendi küçük dünyamı nasıl ihmal ettiğimi…

Geçen yıl, ne yazık ki devamını getiremediğim bir roman yazma girişimim olmuş ve bakın nasıl başlamıştım ilk satırlara: “30 yaşıma girerken evrenin sırrını bütünüyle çözdüğümden, birey ve kadın olarak tamamlanmış olduğumdan ne kadar da emindim. Anımsıyorum, bir akşamüzeri, kendi kazandığım parayla tutup, döşeyip yarattığım o küçük apartman dairesine doğru yürürken ne denli güçlü hissettiğimi. Hayata dair yanıtlanmamış hiçbir soru kalmamış; her durumun ve duygunun denklemi çözülmüş, formüller bulunmuştu. Ama hayat, günün birinde öyle bir kapıda bırakıyor ki insanı, tüm anahtarlara sahip olduğunu düşünürken, telaşla iç ceplerini yoklarken buluyorsun kendini. Ve yazmaya koyuluyorsun… Şimdi, o bahsettiğim “kendime ait” evin salonunda, bilgisayarımın başındayım. Çünkü hayatta ancak kendine doğru adım atacak kadar yalnız kaldığında sözcükler arasında kendini aramaya başlayabiliyor insan”.

Virginia Woolf’un meşhur “Kendine Ait Bir Oda”da bizi uyarmaya çalıştığı gibi: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın!”… Ben nasıl da ihmal etmiştim varolduğum belki de en sahici fiziksel alan olan kendi evimi, yaşam alanımı, evrenimi… Zeyno’dan çıktım ve geçen hafta indirime girdiğini gördüğüm bir mutfak aletleri mağazasına attım kendimi. Ne istediğimi çok önceden biliyordum aslında. İki yıl önce iş gereği Avrupa Kupası için gittiğim İsviçre’de, bir dağ evinde fondü yemiştim ilk kez. Altından verilen minik ateşle alüminyum kaplarda, gözünüzün önünde eriyen peynirler… Erimiş peynire batırmak için sofraya donatılan köy ekmekleri ve patatesler… Kokusu ve sıcaklığı o günkü tazeliğiyle aklımdaydı bir süredir, ama bir türlü zaman ayırıp bu özlediğim lezzete kavuşmak için çaba göstermemiştim.

Evet, kendime ait küçük, basit, turuncu bir fondü setim var artık sevgili mucizeciler. Mutfak aletleri mağazasından çıkıp, bir de market turu attım. Belki sizler biliyorsunuzdur, sıcak şarabın da hazırını yapmışlar sonunda, ben ilk kez gördüm. O halde bir şişe de şarap! Muhtemelen mekandaki yaşam sıcaklığı duygusunu bir parça daha artırabilmek arzusuyla… Ve evimin yolunu tuttum. Etrafı topladım, masanın üstünü boşalttım ve fondü setimi bir sanat eseri gibi en görünür köşeye yerleştirdim. İçinden sıcak peynir kokularının yükseleceği mutlu günlerin hayaliyle şimdi fondü setime, hayata, özgürlüğe, kadın olmaya ve kendimize ait evlere kaldırıyorum kadehimi… Evlerimize ve en çok da o evleri hatırlamaya!