Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

3 Mayıs 2010

BİR TOPLUMUN VE TARİHİNİN PSİKANALİZİ

Das Weisse Band/ The White Ribbon/ Beyaz Bant


Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo: Michael Haneke
Oyuncular: Christian Friedel, Leonie Benesch, Ulrich Tukur, Ursina Lardi, Burghart Klaussner
Yapım: 2009, Avusturys – Fransa – İtalya - Almanya, 144 dk.

2000’lerin en tartışmalı ve alternatif sinemacılarından Michael Haneke’nin son filmi The White Ribbon/ Beyaz Bant yine sarsmak, sormak ve sorgulamak üzere sizleri bekliyor sevgili okurlar… En iyi yabancı film dalında Oscar adayı; 2009 Cannes Altın Palmiye ve Altın Küre En İyi Yabancı Film ödüllerinin sahibi Beyaz Bant, ülkemizde ilk kez geçen yıl Filmekimi’nde gösterildi.

Daha ilk anlardan filmin bana Bergman’ın 1960 yapımı The Virgin Spring/ Gençkız Pınarı’nı anımsattığını söyleyebilirim. Gerek siyah beyaz dokuyla beslenen stilize görselliği, gerek dinginliğin içinde tuhaf bir huzursuzluk barındıran ritmi, gerek çizdiği kırsal portre, gerekse masumiyet-din-suç-ceza kavramlarını çarpıştırma üslubuyla…


I. Dünya Savaşının hemen öncesinde, 1913 yılında Almanya’nın kuzeyindeki bir Protestan köyünde geçen film, artık yaşlı bir adam olan köy öğretmeninin anlatıcılığında (sesiyle Ernst Jacobi), bizi yıllar önce yaşanan bir dizi suç öyküsüne götürüyor; bir sır ve entrikalar yumağının içine atıyor. Şöyle başlıyor sözlerine anlatıcı: “Bu acı dolu öyküler, bu ülkede olan bazı şeylerin nedenini belki açığa kavuşturabilir”. Haneke aslında daha bu noktada gereken ipucunu veriyor; geçmiş ve sonranın gerçekliği arasında bir neden sonuç ilişkisi kuracağını; geçmişin dinamikleri üzerinden sonranın tahlilini yapacağını fısıldıyor izleyiciye. Siyah beyaz görüntü, durağanlık, çözümsüz olaylar ve soğuk/ mutsuz karakterler toplamında oluşan gizemli atmosferi bozmayacak denli sessiz ve derin bir fısıltı bu.

Evet, feodal sistem ve ataerkil düzenin baskısı altında şiddete maruz kalmış çocuklar büyütüyor bu köy. Ve bu çocuklar, II Dünya Savaşı’nın yetişkin Alman vatandaşları oluyorlar... Özetle Haneke, köy halkının ilişkilerine hakim sosyal dengeler üzerinden din, gelenek, eğitim, masumiyet ve masumiyetin göreceliği ya da dönüşümü gibi temaları ve aslında bu birleşenlerin bütününde Alman ulusal kimliği ve toplumsal ruh halinin zaman içindeki evrimini çözümlemeyi deniyor. Bir anlamda da, konuyla ilgili kişisel tezini atıyor ortaya: Almanya’da 20. yüzyıl vahşeti ve faşizmini yaratan hastalıklı ruh halinin kökenlerini, aşırı disiplin ve otorite tacizleriyle kötüleştirilmiş bir kuşakta arıyor.


Önemli güç merkezlerini temsilen gerekli karakterler de öyküye özenle yerleştirilmiş: Nüfusun yarısından çoğunu oluşturan çiftçilerin patronu Baron (muhteşem performansıyla Ulrich Tukur), köyün çocukları üzerinde güçlü bir etkisi olan Protestan papaz (Burghart Klaussner) … Bu bağlamda, Papazın -bir aile geleneği olarak- yapılan hataları cezalandırmak üzere çocuklarının koluna taktığı beyaz bant gibi, üzerinde düşünülmesi gereken önemli imgeler de var filmde. Alman ulusal kimliğine bir eleştiri olarak yorumlandığında, beyaz bandın Nazi kolluğuna göndermeler taşıdığı olasılığına kadar çeşitlendirebiliriz düşüncelerimizi. Önemli olan şu ki, tarihsel gerçeklikten bağımsız düşünüldüğünde bile, birey mikro parçasında zuhur edecek bir şiddete ve aşırı otoriteye maruz kalma halinin makro düzeyde varabileceği toplumsal vahşeti çarpıcı biçimde anlatıyor Beyaz Bant.


Filmlerinde modern dünyanın açmazları, bireyin kendine yabancılaşması, duyguların yitirilmesi, burjuva yaşamı ve ahlakının zafiyetleri gibi konuları irdeleyen; son derece zorlayıcı, sarsıcı, huzursuz edici ve sert bir sinema diline sahip Haneke, malum, çağın sorunlarına duyarlı muhalif izleyici tarafından “ulu bilge” mertebesine oturtulmuş ve yönetmenliğiyle at başı giden düşünür imajıyla neredeyse bir “Haneke ve müritleri” hissiyatı yaratmaya muktedir olmuş acayip bir adam. Filmografisinden pek çok önemli iş sayılabilir: Duygusal Buzlaşma üçlemesi: The Seventh Continent/ Yedinci Kıta (1989), Benny’s Video/ Benny’nin Videosu (1992), 71 Fragments of a Chronology of Chance/ Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası (1994), Code Unknown/ Bilinmeyen Kod (2000), The Piano Teacher/ Piyanist (2001), The Time of the Wolf/ Kurdun Günü (2003), Caché/ Saklı (2005), Funny Games/ Ölümcül Oyunlar (2007).

Her Haneke filmi gibi Beyaz Bant da, sinemayla “eğlencelik seyir” kavramının ötesinde bağı olanların mutlaka izlemesi gereken bir film. Belki görünürde yönetmenin önceki işleri kadar sert ya da şiddetli değil, ama darbesini sessizce, hissettirmeden indirmeyi biliyor. Bu noktada, filmin ruhu ve atmosferinin oluşumunda büyük pay sahibi olan Christian Berger sinematografisine de son bir büyük alkış lütfen! (www.tersninja.com'da yayınlanmıştır)