Hayat bir mucize! Bu ülkede ilerlerken karşınıza şekerlemeden evler, bin renkli kuşlar, yakut yüklü ağaçlar çıkacak en beklenmedik anda... Unutmamak için yazmalı! Bir masal gibi sonsuzluğa...

18 Mayıs 2010

Hayat da bir futbol oyunu değil midir Eric...

Looking for Eric/ Hayata Çalım At


Yönetmen: Ken Loach
Senaryo: Paul Laverty
Oyuncular: Steve Evets, Eric Cantona, Stephanie Bishop, Gerard Kearns
Yapım: 2009, İngiltere – İtalya – Fransa – Belçika – İspanya, 116 dk.

İngiliz sinemasının ustalarından Ken Loach, yeni filmi Looking for Eric/ Hayata Çalım At ile yeniden aramızda… 1990’ların başından bu yana, yani 15 yaşlarımdan beri kendisini takip eder ve çok severim. O zaman bu zamandır neredeyse tüm külliyatını izlemişimdir ve aradan hiç boş iş çıkmamıştır. Bazı yazılarımda değindiğim gibi, gelecek filmlerini sabırsızlıkla beklediğim yönetmenlerden biridir o.

Riff-Raff/ Ayaktakımı (1990), Raining Stones/ Yağan Taşlar (1993), Land and Freedom/ Ülke ve Özgürlük (1995), Carla’s Song/ Carla’nın Şarkısı (1996), My Name is Joe/ Benim Adım Joe (1998), Bread and Roses/ Ekmek ve Güller (2000), Sweet Sixteen/ Afili Delikanlı (2002), Ae Fond Kiss/ Duygudan da Öte (2004), The Wind That Shakes the Barley/ Özgürlük Rüzgarı (2006), It’s a Free World/ İşte Özgür Dünya (2007) gibi pek çok iyi filmin yönetmeni Ken Loach sadece toplumsal sorunları, işçinin/ emekçinin halini, sistemin çıkmazlarını anlatmakta değil; özellikle son dönem işlerinde birey üzerine tuttuğu merceği büyüterek içsel analizlerde de iyice ustalaşmıştır. Duygudan da Öte’deki aşk ve özlemin, Özgürlük Rüzgarı’ndaki coşku ve ızdırabın belleğimizde her dem canlı kalan izlerini aynı derinliğe borçluyuz kuşkusuz.


İşte bu yüzden yönetmenden beklentilerim her zaman yüksektir, son filmi Hayata Çalım At’ta olduğu gibi… Buna rağmen filmin beklentilerimin de ötesine geçtiğini ve Loach’un yine yıllara, hayata, profesyonel/ sanatsal yıpranmalara, kendini tekrarlara kurban olmadan, yepyeni tatlar sunan bir iş çıkardığını peşinen söyleyebilirim. Şüphesiz bu başarıda, 90’ların ikinci yarısından beri neredeyse tüm filmlerinde beraber çalıştığı senarist Paul Laverty’nin de katkısı büyük.

Hayata Çalım At yine işçi sınıfından, kaybetmiş- hayatta başarısız olmuş- ezilmiş- mutsuz- güvensiz bir profilin, postacı Eric’in öyküsüne götürüyor bu kez bizi. Yegane mutluluk anlarını büyük aşkı Lily ile dans pistinde geçirdiği gençlik günlerinde bırakan Eric, hayattaki korkuları ve güvensizlikleri yüzünden hem sevdiği kadını kaybetmiş hem kendine bir kariyer edinememiştir. 50’li yaşlarına girdiği şu dönemde, ikinci karısından olan üvey oğullarıyla paylaştığı evde düzensiz bir yaşam sürmekte ve çocukların bulaştığı sokak çetelerinin tehditleriyle uğraşmaktadır. Ve tabii Lily’e olan aşkı ve onunla ilgili pişmanlıkları hiç bitmemiştir…


Bu iç karartıcı tablonun içinde, Eric ve postacı arkadaşları bazı kişisel gelişim kitapları üzerinden yaptıkları grup çalışmalarıyla hem kişisel özlemlerini/ hayallerini paylaşır hem de hayatlarını iyileştirmenin yollarını ararlar. İşte o günlerden birinde, kitaptan gerekli talimat gelir: Gıpta ettiğiniz, sizin için karizmayı ve güveni ifade eden birini düşünün! Öyle hissetmeye, hayata onun gözlerinden bakmaya çalışın!

İşte bu noktada, güçsüz ve çelimsiz Eric’in hayattaki tek idolü, güç timsali Eric Cantona girer görüntüye… Ve bizim Eric, büyük Cantona’yla yaşadığı yarı fantastik diyaloglar (bu kez bir parça Woody Allen havası hissettiğimi de söylemeliyim) vasıtasıyla, kendi hayatına onun gözleriyle bakmaya çalışır. Cantona’dan, güçlü olmayı/ içindeki gücü ortaya çıkarmayı öğrenir. Hayatını düzeltmek ve aşkını geri kazanmak için; modernize edilmiş bir filozof/ ulu bilge/ karete hocası edasındaki Cantona’nın tavsiyelerine odaklanır: Başkalarını şaşırtmak için önce kendine sürpriz yapmalısın… Tehlikeden korkan asla denize açılamaz vb gibi…


Kendisini hayatta zayıf ve değersiz hisseden, önemsenmeye ölesiye ihtiyaç duyan bir profilin karşısına; çıktığı maçlarda yüzbinler tarafından alkışlanan, irade ve fiziksel güçle kazanılmış üstünlüğün simgesi Eric Cantona’yı kontras karakter olarak koymakla denklemi en baştan sağlam temellere oturtmuş Ken Loach – Paul Laverty ikilisi. Üstüne zekice diyaloglar, başarılı kast seçimi, bizim Eric’in muazzam oyunculuğu ve nitelikli mizah da eklenince seyrine doyum olmaz bir film çıkmış ortaya. Sistemin acımasızlıkları ve kendi başarısızlıklarımız sonucu oluşan güçsüzlük ve güvensizliklerimiz, hayatta yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız, korkularımız/ özlemlerimiz/ hayallerimiz ve kendimize ördüğümüz duvarlar hakkında bir deneme metni adeta… Sinemanın azizliğiyle kutsanmış final sahnesiyle de uzun süre akıllardan kalacak. Kesinlikle kaçırmayın!
(www.tersninja.com'da yayınlanmıştır)